Skip to main content

Azadi Meydanının çimleri

 Türkmen asılllı Nadir ile birlikte kent merkezine gitmek üzere elimizdeki 10 kuruşluk biletleri çelik kutucuklara bıraktıktan sonra, kenti bir baştan diğer başa geçen tercihli yolu kullanan BRT otobüs hattının durağındaki kuyruğa giriyoruz.

Bordo renkli klimalı körüklü belediye otobüsleri bizim İstanbul’daki metrobüs hattında olduğu gibi ara vermeden durağa yanaşıyor. Otobüslerde haremlik selamlık uygulaması olduğu için duraklar da buna göre düzenlenmiş. Kadınlarla erkekler ayrı bölümlerde kuyruk oluşturuyorlar. Araçlar iş saati öncesinde tıkabasa dolu. Kadınlar aracın ön tarafında duruyorlar ve arka taraftaki erkek yolcularla aralarında engel bulunuyor. Ama bu her iki tarafın birbirini kaçamak bakışlarla süzmesini engelleyemiyor. 

Merkez otobüs terminalinin yanında bulunan, kentin en büyük alanı olan Meydan-ı Azadi’nin göbeğinde yer alan Özgürlük Anıtı (Azadi Anıtı), 1971 yılında Pers İmparatorluğu’nun kuruluşunun 2500 ncü yıldönümünde Şah tarafından Shahyad Anıtı olarak yaptırılmış. Anıt yüzyüze bakan 2500 adet taş ile süslenmiş; orta katlarında bir İran Tarihi müzesi bulunmakta. Anıtın çevresindeki geniş düzlükte bulunan yeşil çimlere uzanan halka, alanın çeşitli noktalarında konuşlanmış bekçiler düdükleriyle hemen müdahale ediyorlar. Halbuki daha bundan bir hafta önce binlerce Tahran'lı seçimlere hile karıştırdığı iddiasıyla Ahmedinecad'a karşı Musavi'yi desteklemek üzere bu çimleri fazlasıyla çiğnediler.

Bir hafta önce bu alanda bombaların patlayıp, onlarca İran’lının öldüğüne inanmak çok zor. Motorların karmakarışık hâle getirdiği trafiği düdüğünün şiddetiyle çözümlemeye çalışan beyaz gömlekli bir iki trafik polisi dışında gözüme hiç polis görünmüyor. Batılı ajansların bültenlerinde cirit atan ve toplumsal olaylara müdahale eden o kamuflaj giysili motorsikletli polislerden eser yok. Seçim sonrası geniş katılımlı protesto gösterileri sanki hiç yaşanmamış gibi. Taksim meydanında alışkın olduğumuz otobüslü panzerli çevik kuvvet yığınağına karşın burada belirgin bir sükunet var. Sanki geçen hafta yoğun çatışmaların yaşandığı kent burası değil. Bizdeki kurulu düzenin ayakta kalma konusunda yaşadığı sıkıntı daha fazla gibi.  

Oysa işler pek de öyle göründüğü gibi değil. Resmi olarak açıklanan 140 ölüden beşi daha olayların ilk gününde Azadi Meydanında Besiçlerin (sayısı sekiz milyona ulaşan ve Devrim Muhafızlarının bir alt kolu olan gönüllü milisler) halka ateş açması sonucu oracıkta ölüverdi. İktidar tarafından Ortadoğu’dan ve hatta Lübnan’dan geçici bir süreyle transfer edildiği söylenen profesyonel ajitatörlerin attığı ses bombalarının birçoğu bu meydanın çevresinde patladı. Kentte iki yüze yakın banka ATM’si ateşe verildi. Ama kent çok hızlı toparlanmış. Muhalifler tarafından sprey boyalarla duvarlara acelele yazılmış sloganlar silinmiş, çatışmalardan hiç iz yok. Duvarlarda seçimlerden kalma tek tük gözü oyulmuş Ahmedinecad afişi görüyorum.  

Şahın son dönemlerinde binlerce insan eskiden anıldığı şekliyle Terminal Meydanında, ABD’nin desteklediği insanlık düşmanı Şah rejimine karşı burada bir araya gelmiş ve gizli polisin sıktığı kurşunlara göğüs germiştir. Özgürlük Meydanından esen devrim rüzgârı halkı ayaklandırmış ve her eğilimden yoğun halk kitlelerinin muhalefetin çevresinde kümelenmesine yol açmıştır. Ancak devrimin dümenini ele geçirecek olan İslam Devrim Muhafızları, TUDEH, Mücahidin, Halkın Fedaileri gibi örgütlerin taktik hatalarının da etkisiyle büyük bir tasfiye haretkatına girişirler. Mollalar iktidarlarını sağlamlaştırırken İslam Devriminin önderi Humeyni 1 Şubat 1979’da sürgünden İran’a geri döner. Milyona varan kalabalıklar Azadi Meydanı’nda Humeyni’yi “İmam Humeyni” çığlıklarıyla karşılarlar. Ancak İslamın geleneksel özgürlük anlayışı burada da renk değiştirecek ve on binlerce devrimci unsur İslam Devriminin bir sonraki adımı için kalleşçe  öldürülerek devre dışı bırakılacaktır. Humeyni’nin gelişinden yaklaşık bir ay sonra yine aynı meydanda özgürlük arayışıyla toplanan İranlı kadınlardan yüzlercesi polisin kurşunlara hedef olacaktır.

                                                             * * *

Tahran, cadde kenarlarındaki arıklarıyla içerisinden su akan bir meydanlar kenti. Devasa kentte belirli aralıklarla konuşlanmış yüzden fazla meydan var. Bu meydanların belli başlı olanlarının altında mutlaka bir metro istasyonu bulunmakta. Gündüz kenti saran motorsiklet gürültüsünden kaçmak için, İmam Humeyni Meydanının arkasındaki yollardan Bazar-ı Bozorg (Kapalı Çarşı)’e girince, kent içinde başka bir kente, apayrı bir dünyaya girmiş gibi oluyorsunuz. Bazar, Doğu’nun en büyük kapalı çarşılarından biridir. İran’ın perakende mal sektörünün üçte biri bu pazarda faaliyet göstermektedir. Dar sokaklarda gezerken ağır yüküne inat son sürat giden hamalların arabalarının altında kalmamak için büyük çaba harcıyorum. Birbirine çok benzeyen yüksek tavanlı ince uzun sokaklarda kaybolmamak olası değil. Bakırcılar, baharatçılar, halıcılar, şekerciler, kuruyemişçiler, tenekeciler, bu kapalı dünyada ne ararsanız bulabilirsiniz. Hem öyle Türkiye’deki gibi kimse size askıntı da olmuyor. Pazarın yan yollarında ise yorulanlar için havuzbaşılı çayhaneler ya da nargile salonları gizlenmektedir.

Kentin resmi dairelerin dış duvarlarına ya da bahçe parmaklıklarına farsça ve ingilizce olmak üzere Kuran’ı Kerim’den ayetler yazılı. Yüksek binaların geniş cephelerinde İslam Devrimi önderlerinin ya da İran-Irak Savaşı sırasında kahramanlık göstererek şehit olanların devasa resimlerindan etkinlenmemek olası değil. Caddelerde elli metrede bir devletin hayır kurumunca parkmatikler gibi serpiştirilmiş metal kumbaralara halk elindeki fazlalık ya da bozukluk paraları atarak kimsesizlere ya da düşkünlere yardımcı oluyor.  4 kasım 1979’da, ABD Büyükelçiliğinin üniversite öğrencileri tarafından basılarak 52 rehinenin 444 gün rehin tutulduğu o müthiş eylemin yaşandığı efsanevi kente geldiğimden beri ancak 2 turistle karşılaşıyorum. Son olaylar yabancıların ilgisini bir hayli azaltmış görünüyor.  

* * * 

ABD’ye ve siyonist dünyaya cesurca kafa tutmasına ve Ahmedinecad’ın iktidara geldikten sonra bile eski sade ve gösterişsiz yaşamını sürdürme başarısı ve güzelliğine ve tutarlı, kararlı dik duruşuna karşın, her iktidar altüst oluşu sonrasında gözlemlediğimiz gibi, kentte son model araçlara kurulmuş tuzu kuru sakallı ve göbekli mollaların giderek artan varlığı, petrolden gelen nimetin pek de peygamber adaletiyle paylaşılmadığına ilişkin şüpheleri doğruluyor gibi. Devrimin ilk yıllarından bu yana sağlık, sağlıklı beslenme projeleri, bulaşıcı hastalıklarla mücadele, aile düzenlemesi ve nüfus kontrolü projesi, kırsal alandaki sağlık koşullarının düzeltilmesi gibi alanlarda büyük ilerlemeler kaydedilmiş. İslam Devrimi zamanla devletin olanaklarından fazlasıyla yararlanan, memur, asker, molla gibi geniş bir kesimin ortaya çıkmasına neden olmuş. İktidarın son yıllarda büyük oranda kırsal kesime yönelik projelere kaydırdığı kaynaklar, büyük şehirlerin genelinde olduğu gibi Tahran’da da sıkıntı yaratmakta. Beş yıldır kente yönelik tek bir yatırım harcaması yapılmadığı söylenmekte. Kırsal kesimdeki feodal kalıntıların köktendinciliğe eğiliminin yanısıra, köylülerin Ahmedinecad’a desteğinin sırrı da biraz burada yatıyor. Kentlerde toplaşmış küçük burjuvazi pastadan hak ettiği payı alamadığını iddia ediyor. Son olayların basit bir seçim kavgasından ya da reformcu/muhafazakar çekişmesinden daha derin kökenleri varmış gibi görünüyor.

Şehirde kiminle konuşsam mevcut düzenden şikayet ediyor ve mollalara lanet okuyor. Eleştirileri rejimin islamcı özünden daha çok nimetlerin paylaşımına yönelik öfkeden kaynaklanıyor. 

Dünyayı yönetenlerin hoşuna gidip ağzının suyunu akıttığı için bizi üzüyor olsa da, Azadi Meydanının düzenli sulanan ve özenle korunan çimleri ne yazık ki bu gidişle daha çok ezilecekmiş gibi görünüyor.