Skip to main content

Babül-Yemen

Tam boyutlu görseli göster Masal kapısına yaklaştıkça, zurnalı, davullu çığırtkan uğultusunun ses bileşenlerini daha kolay seçmeye başlıyorum. Tezgahının üstünden eline aldığı gözalıcı altın sarısı parlak işlemeli Cembiye kemerlerini sallayıp duran Ramazan beni görünce daha da güçlü bağırmaya başlıyor.

Baharat serisinin gerisinde bağdaş kurmuş Muhammed, Meksika tipi yuvarlak hasır şapkasının altından anlamını çözemediğim sihirli tozların akraba isimlerini sıralıyor. Önündeki köri ve kimyon karışımı koyu yeşil baharat yığınına ellerini daldırıp duruyor. Hemen solunda, sırığa asılı megafona bağladığı araba teybinden davullu zilli zurnalı kulakları sağır edici yılan oynatan bir melodi etrafı inletiyor. İşçi baretli cırtlak sesli motorları süren plastik uyduruk baretli cambaz sürücüler.

İnsan kalabalığının akıntısına karşı koyamayıp, bir kez daha minik iki güzel kulenin taçlandırdığı beyaz şekerlemelerle bezenmiş kakaolu kurabiye alemine dalıveriyorum: Eski San’a. Dışarının motor ve klakson gürültüsü, genzi yakan partiküllü mazot egzosu daracık ara sokaklarda birden kesiliveriyor. Yedi yüzyıllık binaların kışkırtıcı güzelliği insanı ara sokaklara doğru çekiveriyor. Yer yer begonvillerin bahçe sahanlıklarından dışarıya taştığı, iki insanın yan yana zor geçebildiği dar sokaklarda kendi halinde ve bambaşka bir dünyanın sade döngüsü yaşanıyor. Gölge alemde serinleyen kediler, Babül Selam ya da Babül Yemen, yani ‘Yemen Kapısının’ ardındaki küçük meydanı terk edip, elimden çekiştiren güleç yüzlü küçük bir çocuğun avuç içinin sıcaklığında mahalle arasına dalıveriyorum.

Zanaatkârlar, kahve dükkanları, deve gücüyle çalıştırılan susamyağı değirmeni, serin sokak aralarında oynaşan çocuklar, başlarının üstüne bohça yüklerini taşıyan yemenili kadınlar sessiz bir dünyanın gündelik oyuncuları. Gösterişsiz, ama sağlam duruşlu surlar, kumsalda ters çevrilmiş plastik kovalardan çıkmış gibi duran tombalak kerpiç sıvalı burçlarıyla, ardlarındaki güzellikler dışarıdan kolaylıkla görülebilsin diye kasten fazla yükselmemiş gibiler.

Dar sokakların soluklandırdığı kerpiç-tuğla binalar, genelde yedi-sekiz katlı inşaa edilmiş. Hepsi birbirine benziyor, ama herbiri de bezemeleriyle, pencere süslemeleriyle, ek katlarıyla, tuğla dekorasyonlarıyla, ahşap pancurlarıyla dikkatli bakınca birbirinden oldukça farklı. Suya dirençli özel bir toprak çeşidi kullanılarak üretilen kerpiç malzeme, yer yer ağaç, kereste hatıllarla desteklenmiş; kimi evlerde ise değişik tekniklerle dantel gibi işlenerek örülmüş küçük kırmızı tuğlaların kırmızısı kerpicin kahverenisine çok güzel uyum sağlamış. Evlerin cephelerine, kapı üstlerine, üst katların kule eklentilerinin çevresine, renkli camlı muhteşem pencerelerin altına üstüne ‘Nura’ denilen beyaz kireçle yapılan süslemeler ise çok uzaktan fark edilecek bir şekilde toprak rengine desenli bir aydınlık vermiş.

Aile bireylerinin sayısı arttıkça, oğula, toruna evlendikçe birer kat yapılarak binalar kuşaklarca yükselmiş. Koruma altına alınan bu evlerin mimarisi ve labirenti andıran iç yapısını, Vadi Dhar’da, imam El-Mansur devrinde inşa edilmiş ve günümüzde müzeye dönüştürülmüş ‘Dar Alhajr’ı gezerken yakından ve içeriden inceleme olanağı buluyorum.

San’a yakınlarındaki ‘Dar Vadi’ Yemenliler için ayrı bir öneme sahip. Düğün kutlamalarının burada yapılması gelenek olmuş. Vadinin çevresindeki tepelerde, uzaktan yıkık değirmene benzeyen Osmanlılardan kalma gözetleme kuleleri dikkat çekiyor. Dar-ül Hacer, Zeydîlerin dini lideri eski Yemen kralı İmam Yahya’nın yazlık sarayıdır. Yirmi beş metre yüksekliğindeki doğal bir kayanın üstüne 1930’lu yıllarda inşa edilmiş olan bu sarayda birbiriyle bağlantılı birçok oda yer alıyor. Yapının içinde kayanın içerisine oyulmuş derin bir su kuyusu bulunuyor. Sarayın alt tarafında yer alan siyah kubbeli Osmanlı hamamı günümüzde de hâlâ hizmet vermektedir. Yemen’deki yüksek ve kurak platoların arasında, uzaktan bakıldığında fark edilmeyen, Ihlara vadisi gibi küçük, sarp ve yeşillik vahaların gizlendiği binlerce derin vadi gizlenmektedir.

2800 metre rakımlı kentte güneş tepemde olmasına karşın herhangi bir rahatsızlık duymuyorum. Öğleden sonra kentin üzerine çöken ‘gat’ ağırlığıyla birlikte insanlar sokaklarda birer birer çekiliyor. Esmer yüzlerin bir tarafında patlayacakmış gibi çiğnenmiş ‘gat’la şişirilen yanaklar, bir günlük mutluluğun büyülü sıvısını emmekteler. Bele peştemal gibi bağlanan renkli çarşaflar düzenli alınan bu uyarıcının zamansız sürprizlerini gizlemekte oldukça etkili. Yemen polisinin sabah cadde ortasında yaptığı kaleşnikoflu ve heyecanlı çevirmeden eser kalmamış; esnaflar dükkanlarını kapatmış, satıcılar kısmen toparladıkları tezahlarının ardındaki gölgeliklerde yeşil körpe yaprakları çiğneyip geviş getiriyorlar. Yok ülkeyi diktatör yönetiyormuş, demokrasi yokmuş, hallerine şükredip tepelerinde talim için uçan düştü düşecek bozuk Mig'lerin uğultusunu duymazdan geliyorlar.

Güvenlik sorunuymuş, yok adam kaçırmaymış, Suudi Arabistan sınırındaki şiilerle çatışmalarmış hepsini bir anda unutveriyorum. Bu yüksek irtifalı coğrafyada, Amerikan ve batı izinin olmadığı makdonaldsız temiz sokaklarda, tüm yoksulluğa rağmen bellerindeki biricik cembiyeleriyle övünen mutlu kardeşlerimin arasında, kendimi nedense İstanbul’da olduğundan daha çok evimde hissediyorum...

Fotoğraflar için (http://www.osmansoysal.com/photos/view/3.html#5407956773857583249/1 )

http://www.meteorhaber.com/yazarlar/osman-soysal/babul-yemen.html